Çocukları gözlemlediğinizde ne görürsünüz? Genelde oyun oynarlar, yüzlerinde çoğunlukla bir gülümseme vardır. Hayal güçleri sonsuzdur. Geçmişe takılmaz, gelecek konusunda endişelenmez, anda yaşarlar. Hissettiklerini ifade ederler, sevmekten korkmazlar. Tam da bu nedenle çoğunluğumuzun en mutlu anları çocukluğa dairdir.
Bir çocuk gibi davranmak harikadır. İnsan zihninin olağan durumu, insanın olağan eğilimi de budur aslında.
Peki ya sonra, büyüyüp, yaş aldıkça ne olur bizlere?
Genelde olan;
Yetişkinlerin öğrettiklerine uymaya çalışırız. Cezalandırılmaktan, ailemizin, sevdiklerimizin gözünde iyi olamamaktan korkmaya başlarız.
Ödüllendirilmeme korkusu zamanla geri çevrilme korkusuna dönüşür.
“Başkalarının gözünde yeterince iyi olmama” endişesi de bizi değişmeye, maskeler takmaya yani gerçekte olmadığımız biri gibi davranmaya iter…
Bazen kabul edilmek, bazen ödül almak için bizden istenilene göre biçimlenen bu maskeye can veririz. Değer verdiklerimizin gözünde iyi sayılmak için olmadığımızı olmuş gibi davranmayı, başka birisi olmayı öğreniriz. Zamanla olmadığımızı olmada ustalaşırız…
Sayıları, ilişki kurduğumuz gruplarla çoğalan benlik imgeleri yaratırız. Büyüdükçe maskelerimizin sayısı da artar. Kadın erkek ilişkilerinden aile ilişkilerine, okuldan iş hayatına her ortama uygun maskelerimiz olur.
Gerek bizi geleceğe hazırlayan ailelerimizin üzerimize diktiği kalıplardan, gerekse bu kalıplara uymadığımız da sevdiklerimizi, işimizi ya da saygınlığımızı kaybetme korkumuzdan diğer kimliğimizle, öz kimliğimize adeta ihanet eder, gerçek benliğimizi geri plana atarız.
Bazen maskelerimizle o kadar rahat oluruz ki, onları çıkarmak korku ve rahatsızlık uyandırabilir. Zira çeşitli gruplara ait olmayı severiz. İnsanların gerçek benliğimizi görmesini istemeyiz. Bu yüzden hayali benliğimize göre davranırız.
Kimi zaman da böyle yaşamak yarattığı ikirciklilik nedeniyle sıkışmışlık hissine iter, “aslında ben kimim?” sorusunu sormamıza yol açar.
Dostoyevski’nin dediği gibi “hem taşıyana hem anlamaya çalışana bir yüktür” aslında taktığımız maskeler…
Bazıları yaşlılık için “ikinci çocukluk” derler ya. İşte o zamana doğru yaklaştıkça artık bu durum anlamsızlaşmaya başlar. Çünkü geldiğimiz noktada “ben”, daha ağır basar. “Başkalarının” düşünceleri, kabul edilme isteği ve diğer durumlar değerini yitirir. İşte bu yeni durum, o zamana kadar takılan maskelerin birer birer çıkarılıp atılmasıyla sonuçlanır.
Ben şahsen 40’lı yaşlarımın ortalarında kendi önemimin farkına vardım. Bunda aldığım kişisel gelişim eğitimlerinin de katkısı oldu.
İnsanın bu “yüklerinden” kurtulması, kendini hatalarıyla iyi taraflarıyla olduğu gibi kabullenip yoluna devam edebilmesi, daha mutlu ve özgür olacağı günlere yelken açması gibi…
Bir virüs bizi belirsiz bir süre maske takmaya mecbur bıraktı. Bununla beraber hayatın ve kendimizin ne kadar değerli olduğunun farkına varmamızı da sağladı.
Hayatınızı başkaları için değil kendiniz için, kendi istediğiniz gibi yaşayın…
Taktığınız tek maske de virüsten korunmak için olsun!
Pozitifte kalın.