Kadıköy benim hayatımda ilk gençliğimin dolu dolu geçtiği çok özel bir yere sahip. Her ne kadar o yıllar, sağ sol çatışmasının yaşandığı bir döneme rastlasa da…
Biz sevginin gücüne ve kendine inanan hayallerini gerçeğe dönüştürmeye çalışan öz güvene sahip bir kuşaktık. Kadıköy aydın, entelektüel insanların yaşadığı bir yerdi. Kötü giden bunca şeye rağmen hala bu yönünü kuvvetle koruyor.
Eskisi kadar olmasa bile, ne zaman vapurla karşıya geçsem kitap ya da gazete okuyan bir iki kişi, gezici müzisyenler ümidimi yineliyor. Rahat bir nefes alıyorum daha iskeleye indiğim ilk andan itibaren. Hissettiğim aidiyet hissi, ben değil biz olmanın hissettirdiği mutluluk, dayanışma kardeşlik daha bir sürü insani kavram… Sanki Kadıköy’ün toprağı suyu başka, göçle gelen insanları bile olumlu etkiliyor.
Ama öte taraftan kıyım çok fazla. Siz adalardan Kadıköy’e hiç baktınız mı, beton, dağ taş beton. Benim gençliğimde Ankara asfaltının gerisi arazi idi bomboştu, hatta kurtların indiği söylenirdi, kış mevsiminde. Şimdi her yer toprak, yeşil teslim olmuş betona, çimentodan bir mezar gibi. İçinde iken belki hissetmeniz bu kadar yoğun değil ama gerçek aynen anlattığım gibi.
Halbuki benim en güzel günlerim 70’ler başında Suadiye-Kadıköy’de geçti. En çokta Bağdat Caddesi’nde. Şanslıydım, Kadıköy’ün gözdesi, modanın merkezi, yerleşik insanların, yazlıkçıların dilinde “Cadde”. Ne çok anım var, sokak sokak bilirim.
Erenköy’ün, yüksek duvarlar arkasında kalan, romanlara konu muhteşem köşkleri, sakin sessiz ulu ağaçlı, serin sokakları. Kerime Nadir’in hüzünlü ayrılıklarla biten aşklarının anlatıldığı semtler.
Caddebostan’ın tasasız genç kalabalığı, en nezih kafeleri, Şaşkınbakkal’ın Atlantik Sineması, Suadiye’de deniz kenarında alttaki kayıkhaneleri olan geniş verandalı yazlıkçı villaları, Bostancı Kadınlar Plajı, Pendik sahilde, denize yakın restoranlar, en taze balık, en güzel meze.
Moda başka bir alem, Kalamış Münir Nurettin’in şarkılarında, Selahattin Pınar’ın Todori’sinde.
Fenerbahçe’de Belvü, güneş batımında, yaz günü saat 20.00 gibi, fasıl ile programını açan, yerinde yeller esiyor. Balkonlar, Moda’ya bakar. Aile sofraları, kızartma kokuları.
Halamın Ayşe Çavuş Forsa Sokak’taki evine yakın Can Sineması, yabancı filmler oynatan. Arkadaşlarla gidildiğinde şen şakrak neşeli. Caddebostan Budak, Cem Karaca’yı kaç kere izlediğimi unuttuğum, tüm yaşıtlarımla çığlık çığlık şarkılara eşlik ettiğim yazlık sinema. Clüp 33, Reşat, Sindrella gibi saat 24’te eve dönmek zorunda kaldığım, anıların en derini. Çok yakın arkadaşlarım, kızlı erkekli.
Kadıköy, Çarşı, Kuşdili, Kurbağalıdere, Kızıltoprak. Hala geçtiğimde aklım, an an sokak sokak hatırladığım.
Yukarıdaki 50-60 yıl öncesinin İstanbul fotoğraflarına baktığım zaman midemde tuhaf bir his, kalbinizde derin bir sızı. Sanki dik bir yokuşta nefes nefese kalmış gibi.
Ahhh! Güzel İstanbul’um Ahhh ne yaptılar böyle sana.
Uygarlığın gerçek ölçüsü;
Ne nüfus çokluğu,
Ne kentlerin büyüklüğü,
Ne de üretim bolluğudur.
Gerçek ölçü,
Ülkenin yetiştirdiği insanların nitelikleridir.
Ralph Emerson