Beşiktaş’tayım, öğle saatleri, hava rüzgarlı. Simitçi her zamanki yerinde acele ediyorum, burnumda yosun kokusu…
Vapurdayım az sonra üst katta, çay ocağının yakınındayım her zamanki gibi. Gittikçe uzaklaşan manzarada, biblo gibi Dolmabahçe Sarayı, okulum.. Çayımdan sıcak bir yudum alıp günün keyfine bırakıyorum kendimi. Sıradan bir günü başka bir günle değiştirmek için, karşıdaki işimi bahane edip izne çıktım.
İskelede inince bir an soluklanıyorum.
Kadıköy; Rengarenk kozmopolit bildiğim gibi. Memnuniyetle gülümsüyorum değişime direndiği için. Mühürdar’ın eski iki katlı evleri ruhumu okşarken, Bahariye’ye yaklaştıkça arada sıkışıp kalmış, terk edilmişlik hissine kapıldığım anca gören gözlerin gördüğü ihtişamlı, yüksek duvarlı köşkler içimi acıtıyor.
Kadıköy’ün kurumlu semti Moda’daki enerjik genç kalabalığı İstiklal’in eski günlerini anımsatıyor. İstiklal’in bohem havasından yoksun ama.
Moda İskelesi’ne iniyorum meyilli yoldan Koço’da duraksıyorum. 70’lerde önce ailemle sonra arkadaşlarımla geldiğim büyük bir şehir kulübünü anımsatan Koço’da ne çok genç kahkaham var bir bilseniz. İskele’den ayaklarımı soktuğum geliyor aklıma birden, kış ayında çakır keyif.
Yeldeğirmeni’nden aşağı Kuşdili’ne ağır adımlarla yürümekteyim az sonra… Sokağın bitişik nizam evlerini çok renkli boyamışlar. Herkesin ilgisini çeken bu renkler rahatsız ediyor beni. Restarasyon yenilerken, eskiyi bozmak değildir. Ahh bunu bir öğrensek!..
Yine de mutlu oluyorum, bugün güzel bir gün, teslim olmak yok mutsuzluğa. Aklım hala çok eskilerdeyken, Kadıköy’ü sokak sokak gezme turumu geniş bir zamana bırakıyorum izninizle..
Ne demişler.. Ömür biter İstanbul bitmez.