Bakırköy’ün girişindeki Ömür’ü hatırlayanlarınız vardır. Yuvarlak dizayn edilmiş geniş alçak bina.
60’lar, 70’lerde birçok kez gitmişliğim var. İçini çok az hatırlıyorum, geniş aydınlık salon, bembeyaz örtülü masalar. Ama dışı, park alanı.
Amerikan filmlerine gönderme gibi. Arabaya servis. Yanaşırsınız bina önüne, kornaya bir dokunmanızla, tertemiz önlüklü garson yanınızda, mönüyü uzatır. Ama ne gerek var, herkesin tercihi sosisli ve müessesenin kendi imalatı olan ayran, kocaman kulplu bardakta köpük köpük.
Bu seremoni bana hep Hollywood filmlerini anımsattı. Onlarda vardır ya hızlı fast-foodçular. Makbuzu verirsin, genç bir çocuk tepsiyi uzatır, arabayla geçip gidersiniz.
O kadar çok Amerikan filmi seyrederek büyüdük ki. İster istemez en çok onların etkisi altındaydık.
Amerikalılara özendiğim diğer bir sahne. Geniş boş alanlarda beyaz perde, önünde ünlü markalı arabalar içinde film seyretme zevki. Patlamış mısırı unutmayalım.
Velhasıl bize dilinden başka her türlü ürününü şık bir pakette pazarlamış Batı. Çocukluktan başlayarak hayatımıza girmiş. Karadeniz’in ünlü mısırı; popcorn olunca daha mı cazip gelmiş dersiniz. Biz neden salebimizi pazarlayamamışız mesela.
Neyse nerede kalmıştık, Ömür’de sosisli servisindeydik. Yanınıza uzun demir ayaklı sehpa çekilir. Tokum diye gidersiniz, iki sosisli yemeden çıkılmaz. Çok farklı Amerikanvari sunum, insanların ilgisini çeker ama sosislinin hakkını da yemeyeyim. Almanların Bockwurst-Brötchen’i ile yarışır.
Yer bulunmaz çoğunlukla öğlen mesai arasında içerisi ve dışarısı dopdolu. Park yerinde sıranızın gelmesini beklersiniz… Bu kadar popüler, İstanbul’un simgesi olan mekan bile ranta yenildi.
Yurt dışında yüz yıllık kafeler, restoranlar var. Aynen muhafaza ediliyor, mönüsü bile neredeyse aynı. Onun için atıp tutmayalım sahiplenme üzerine. Bizde her şey, lafı güzaf. Suya söyleyip, suya yazıyoruz.